26 Haziran 2011 Pazar

Yağmurun Parmak İzleri

Tenine değebilmek için birbiri ile yarışırken yağmurun her damlası, uzattın ellerini! Ellerini tuttum, ellerim koskocaman bir yangını gözyaşlarıyla söndürmeye çalışan zavallı bir itfaiye eri! Ellerimi tuttun, ellerim parmaklarına hiç duyulmamış bir masal fısıldayan korkak bir serseri!

Kapattın gözlerini; gökyüzü baştan başa bulut, yer yüzü boydan boya ıslak! Kapattın gözlerini, sımsıkı yumdun ve bir uçurumdan aşağıya bıraktım kendimi! Uzandım öptüm dudaklarını! Dudakların paraşüt oldu bana bu sonu gelmez uçurumda! Sarıldın bana! Ve Tanrı alnımın orta yerine bir emir kipi olarak kazıdı adının üç harfini! 

26.06.2011
11 Ocak 2011 Salı

Aşkın -di'li geçmiş zamanı olmaz sevgili



Gönderilmemiş ama yırtıp atılmaya da kıyılamamış mektuplarda bahsettiğin ben değildim asla.
Sen içindeki o ulaşılmaz tanrıya adaklar adıyordun...
Gözlerinden damlayan her yaşı bir kurban sayıyor
her yaşta bir yaş daha büyüdüğünü sanıyordun!
Büyüyen senin yalnızlığından başkası değildi sevgili!

Oysa sen bilmezsin! Bir peri nasıl severse kızını
öyle sürmüştüm saçlarına ben ince narin parmaklarımı!

Sen küçük bir kız çocuğu olarak kalmak isterken
sahte dinlerin peygamberi ilan ediliyordun durmadan!
Masum mu? Değildin! Mutlu mu?  Değildin!
Her geçen gün biraz daha yalnızlaştığını gördükçe
beni hatırlıyordun, hatırlıyorsun, hatırlayacaksın!
Beni kendinden başka bir parça görmeye başladığın andan itibaren
hani şu giden sevgiliye otogarda son kez dönüp baktığın an
hani şu ağlamamak için zor dayanıp kendine "Güçlüyüm ben!" yalanını söylediğin an
hani şu, biliyorsun işte, kendine en çok yabancılaştığın an...

"Aşık mıydın bana?" diye soruyordum,
Verilmesi mecburi bir cevap düşüyordu dudaklarından : "Evet!"
Aşkın -di'li geçmiş zamanı olmaz sevgili!
27 Şubat 2010 Cumartesi

Gitmiyorum ki ben

Kelimeler büyüydüler ki küçük bir kız çocuğunu bir gecede büyüttüler! Kelimeler ki yalandan daha yalan gerçekten daha güçlüydüler ki seni yine küçük bir kız çocuğuna çevirip bana getirdiler! Yalanlarınla büyüdün sen: en çok kendine söylediğin yalanlarla… Şimdi elbette heyecanlandırıyor seni benden duyduğun tüm güzel sözler… “Yalan da olsa…” diyorsun ya “Yalan da olsa güzel…” Bazı yalanların güzel de olabildiklerini kendine söylediğin ve senden başka kimsenin inanmadığı yalanlarından öğrendin sen; şimdi elbette yalan geliyor sana söylenen tüm güzel sözler…


Onlar ki söyledikleri yalanlara seni inandırmayı başaranlar, hani şu kutsal bir ayet gibi durmadan dudaklarından düşen ve zikr gibi tekrarladıkları o güzel sözler hep yalandı! Hep acıttılar! Şimdi ansızın gelecek bir depremi bekler gibi içi gülen gözlerin ve reddediyorsun önünde uzanan kocaman cenneti görmeyi…


Ne kadar değerli olduğunu unutturmak için çabalayan bunca düşmanın oldu. Peki, neden seni bu kadar yıprattıklarını neden hep güçsüz düşürüp ortadan kaybolduklarını sordun mu kendine? Unutma: bir kaleyi feth etmenin en kolay yolu içinde kargaşa çıkarmaktır. Onlar korktular senin değerinden korktular farklılığından ve unutturup sana kendini kocaman bunalım kuyularına attılar narin bedenini… Bilmiyorlardı, ruhunun en çok o bunalım kuyularında güçleneceğini ve bir gün kendinin ne olduğunu hatırlayacağını…


Ancak tatlı olmayan dudaklara bal çalınır, hakarettir oysa dudaklarına bal sürmek senin tatlılığına! Ben boş vaadler duymaya çok alışkınım buraya yalnızca inancımla geldim! Neye inandığını bilmeyenlerden sanma sakın! Okuduğu duanın hangi dilde olduğunu bile düşünmeden inanlardan olmadım hiç… Ben o kuytu köşelerde sen ağlarken gittikçe güçlenen ruhunu gördüm kelimelerinde… Kelimeler ki küçük bir kız çocuğunu bir gecede büyüttüler… Ben buraya kaleler feth etmeye gelmedim! Asaletini gördüm incecik kelimelerinde ve o herkesten saklamaya çalıştığın naif kız çocuğunu…


Ben gelirken avuçlarımda ruhumdan başka hiçbir şey de getirmedim! Ruhum ki aldığı büyük yaralarla güçlendi. Yara almaktan korkmayışı bundandır!


Gittiğim için acıttığımı ve her gidişimin daha da büyük yaralar açtığını söylüyorsun; her gidişimin sana doğru upuzun bir yolculuk olduğunu unutarak… Unutmak isteyerek! İnanmaya bu kadar hazırken inanmamak için adeta kendini zorlayarak…


Gitmiyorum ki ben, aksine SANA KOŞUYORUM! Ancak bir rüyada uzun uzun bakılacak kadar güzel artık içi gülen gözlerin… Ben bakışlarına gidiyorum bedenimi bir uykuya rehin bırakarak…


Gitmiyorum ki ben, aksine çıldırmış bir nehir gibi yıkıp tüm bentlerimi SANA AKIYORUM! Ancak bir rüyada hazmedilebilecek kadar güzel artık içi daha da dolu olan sözlerin… Ben mânalarına gidiyorum sözlerimi suskunluğa rehin bırakarak…


Gitmiyorum ki ben, sana katılıyorum… Adım adım… Her an biraz daha… Gidişimin değil gelişimin sancısıdır içine dolan: sancısız doğum olmaz ve biz şimdi kocaman bir aşkı doğurmaya hazılanıyoruz…


Gitmiyorum ki ben…

24 Şubat 2010 Çarşamba

Söz Büyüdür ki İşiteni Büyütür


söz büyüdür ki işiteni büyütür
söz büyüdür ki duymak istemeyeni sağıra çevirir
söz büyüdür ki hiçbir büyücü süse ihtiyaç duymaz

önceleri söz vardı
insanlar konuşmayı bilmezken sözü keşfedenler büyücü oldular
en büyülü kelimeydi "aşk" ki kim duysa devrilir düşerdi

herkes konuşmayı öğrenince büyücüler sustular şimdi
"aşk" lâl olmuş dillerinde süs bile değil
büyücülerin şimdi "aşk" cevap bekleyen bir soru adeta
oysa büyü, soru sormaz!

kim duymuş ki bir büyücünün diz çöktüğünü
"Size büyü yapabilir miyim hanfendi?"
"aşk" artık kirletilmiş bir kelimedir ki,
İskenderiye Kütüphanesi cayır cayır yanarken bile haykırılmış adı
oysa orada, tam da orada yüzellibinden fazla el yazması kitap küle dönerken çılgınca kahkahalar atıyordu muzaffer komutanlar "Bütün büyü kitapları yanıyor..."

Herşey benden önce : BEN SENDEN SONRAYIM

Giderek zorlaşıyor yazmak. Elimi nereye atsam meğer suça bulanmışım. Ey İntihar! En sadık sevgilim! Al beni ve uyut yine tatlı kollarında…



Gün geçtikçe yıpratmışım, elimdeki tüm kâğıtlar işe yaramazken, meğer senin elin kare as’mış… Bu ne bitmez bir pokerdir ki havada uçuşan blöflerden göz gözü görmüyor! Bu ne biçim bir oyunmuş ki bitsin diye “Rus Ruleti’ne” çevirmek zorunda kalıyoruz…



Hep bir tarafın haklı olması nasıl mümkün olabilir? Hep senin kazanacağın belli ise bu oyunda ben neredeyim? Benim fillerim piyonken, senin tüm piyonların nasıl vezir olabilir?



Al işte, çıkarıp yerlerinden, iki “hilesiz” zar gibi uzatıyorum sana gözlerimi! Nasıl olsa sen neyi atsan, 6 geliyor! Şimdi de beni atıyorsun değil mi? Oysa sana 6 gelecek olsa da, altında kırık bir kalp var attığın zarın! Boşver, sen nasıl olsa kârdasın neresinden dönersen dön zararın…



Hangi umudu ilmek yapayım da şimdi boynuma geçireyim, darağacına dönmüşken bir türlü eğilmek bilmez boynun? Söyle, şimdi ben hangi inanca secde edeyim?



Şimdi ben elleri ayakları kesilmiş bir şairim, unutulmuş bir lisanda şiirler mırıldanan… Deli diyorlar elbette, anlamadıkları dilime. Ne adım var ne de sanım! Senin sandığın kadar güçsüz, sandığın kadar korkağım! Bedenimi nadasa bıraktım bir raya dönmüş dudaklarına ki her sözün ekspres geçiyor parmakuçlarımdan…



Alkole bulanmışken tüm parmaklarım, bir sigara daha yaktım!

Verdiğim hiçbir sözü tutmamışım; tutamadım!



Kutsa beni ey şiir! Beni kollarına al…



Düş(üş)lerini yazabilir bir şair… Hayat kötü, hayat acı! Beni mutlu eden tek bir şey bile yokken ve ucu kırılmaya doğru açılmaktaysa kalemimin, yazmak yaşamaya karşı girişilmiş en büyük savaş! 6 milyar düşmanım var elimde zavallı kelimelerim, yazdım, yazdım, yazdım!



Yaşamak istemiyorum ben aranızda! Beni yazılarımla baş başa bırakın! Orada her şeyi ben kurdum, ben bozdum! Kararların altına tek başıma imza bastım! Orada mutluyum ben bir tek!



Yazmaktan sıkılmadım, yorulmadım!



Şunu anladım: "aşk senin elindeki ceset torbası.. sen onu kime giydirsen ölüyor!"

8 Şubat 2010 Pazartesi

Bütün hakaretlerim ve küfürlerim sana dair…

Şimdi hiç tahmin edemeyeceğin kadar uzakta, Anadolu’nun en ücra köşelerinden birinde oturmuş rakımı yudumluyorum. Her akşam yaptığım gibi… Seni kaybettiğim o lanet olasıca günden beri…

Şimdi ben hiç tahmin edemeyeceğin kadar uzaktayım senden, ruhen de! 3 yıl önce bugün seninle buluşmak için saniyeleri sayan ve geceyi sabaha selobantlayan adam artık bir ölü! Gidişin bir kör bıçak gibi saplandı içime! Bahsetmeyeceğim ihanetinden… Onu anlatacak kadar gücüm yok bile!

Şimdi bütün hakaretlerim ve küfürlerim sana dair! 3 koca yıl geçti üzerinden de 3 kısa gün geçmedi adını anmadığım… Bak bugün yine hiç tanımadığım insanlara seni anlattım! Zavallı dudaklarıma çoktan yasaklanmış olan adını onların da kulaklarına fısıldadım!

Şimdi sen nerede, kiminlesin? Ölü mü yoksa diri misin? Bilmiyorum! Yaşıyorsan bedenine ölüysen cesedine küfür ediyorum… Vuruyorum! Kırıyorum ! Döküyorum!
Şimdi bütün hakaretlerim ve küfürlerim sana dair! Hani gittiğinde söylediğim tek bir cümle gibi, “Allah’a artık yalnızca ahirette senin yüzüne tükürebilmek için inanıyorum!”  
4 Aralık 2009 Cuma

Merak, ummaktandır! Yitirdim umutlarımı.


Merak etmiyorum ki, hangi kurtlara göğüslerinden ayışığı emzirirken yırtıldığını meme uçlarının!
Ben yalnızca Ay'a acıyorum, gözlerin varken dolunay olmaya cesaret ettiği için!

Merak etmiyorum; yemin etmekten fırsatım kalmıyor herkesi öldürmeye! Herkesi adına gözyaşı dedikleri bu sülfürik asitle boğmaya niyet etmekten zamanım kalmıyor merak etmeye!

Öngörmek benim işim; kahinlere tecavüz ederek ruhlarını esir alır her sabah ezanında alkolizmden titreyen ellerim... Sen ruhundaki ayrılığı törpülerken, ben ruhumdaki aykırılığı bilerim...

Merak etmiyorum ki; bilirim hiçbir aşk yakmaz Deniz'i ve yaralamaz hiçbir aşk şairi Deniz kadar...

İniltilerim tereddütlerimin son "perdesini" oynarken, sürrealizme kafa tutan yağlıboya tablolar çizer gözlerim sessizce akan yaşlarını boya olarak kullanarak...

Unutma! Somutlaşacak en son şeysin sen; ürpertilerimden sonra!

İşte bu yüzden belki de, şizofreniye kafa tutan sayıklamalarımı kelimeden bile saymazken filologlar kolları kopmuş bir kedinin oynadığı yumak gibi dolanıyorum bedenine...

Unutma! Somutlaşacak en son şeysin sen; "eriyen tanrıçalar"dan sonra!