4 Aralık 2009 Cuma

Merak, ummaktandır! Yitirdim umutlarımı.


Merak etmiyorum ki, hangi kurtlara göğüslerinden ayışığı emzirirken yırtıldığını meme uçlarının!
Ben yalnızca Ay'a acıyorum, gözlerin varken dolunay olmaya cesaret ettiği için!

Merak etmiyorum; yemin etmekten fırsatım kalmıyor herkesi öldürmeye! Herkesi adına gözyaşı dedikleri bu sülfürik asitle boğmaya niyet etmekten zamanım kalmıyor merak etmeye!

Öngörmek benim işim; kahinlere tecavüz ederek ruhlarını esir alır her sabah ezanında alkolizmden titreyen ellerim... Sen ruhundaki ayrılığı törpülerken, ben ruhumdaki aykırılığı bilerim...

Merak etmiyorum ki; bilirim hiçbir aşk yakmaz Deniz'i ve yaralamaz hiçbir aşk şairi Deniz kadar...

İniltilerim tereddütlerimin son "perdesini" oynarken, sürrealizme kafa tutan yağlıboya tablolar çizer gözlerim sessizce akan yaşlarını boya olarak kullanarak...

Unutma! Somutlaşacak en son şeysin sen; ürpertilerimden sonra!

İşte bu yüzden belki de, şizofreniye kafa tutan sayıklamalarımı kelimeden bile saymazken filologlar kolları kopmuş bir kedinin oynadığı yumak gibi dolanıyorum bedenine...

Unutma! Somutlaşacak en son şeysin sen; "eriyen tanrıçalar"dan sonra!

Bütün piyonlar vezirse şüphesiz zarlar hilelidir

Giderek zorlaşıyor yazmak. Elimi nereye atsam meğer suça bulanmışım. Ey İntihar! En sadık sevgilim! Al beni ve uyut yine tatlı kollarında…


Gün geçtikçe yıpratmışım, elimdeki tüm kâğıtlar işe yaramazken, meğer senin elin kare as’mış… Bu ne bitmez bir pokerdir ki havada uçuşan blöflerden göz gözü görmüyor! Bu ne biçim bir oyunmuş ki bitsin diye “Rus Ruleti’ne” çevirmek zorunda kalıyoruz…


Hep bir tarafın haklı olması nasıl mümkün olabilir? Hep senin kazanacağın belli ise bu oyunda ben neredeyim? Benim fillerim piyonken, senin tüm piyonların nasıl vezir olabilir?



Al işte, çıkarıp yerlerinden, iki “hilesiz” zar gibi uzatıyorum sana gözlerimi! Nasıl olsa sen neyi atsan, 6 geliyor! Şimdi de beni atıyorsun değil mi? Oysa sana 6 gelecek olsa da, altında kırık bir kalp var attığın zarın! Boşver, sen nasıl olsa kârdasın neresinden dönersen dön zararın…


Hangi umudu ilmek yapayım da şimdi boynuma geçireyim, darağacına dönmüşken bir türlü eğilmek bilmez boynun? Söyle, şimdi ben hangi inanca secde edeyim?


Şimdi ben elleri ayakları kesilmiş bir şairim, unutulmuş bir lisanda şiirler mırıldanan… Deli diyorlar elbette, anlamadıkları dilime. Ne adım var ne de sanım!


Senin sandığın kadar güçsüz, sandığın kadar korkağım! Bedenimi nadasa bıraktım bir raya dönmüş dudaklarına ki her sözün ekspres geçiyor parmakuçlarımdan…

"Mayıstı... Mecburdum... Seni o yüzden bağışladım!"




Bazı anlar vardır. İnanmaya o kadar hazırsındır ki, söylenen her söz sanki yemindir. Bazı anlar vardır karşındaki insan da kendi söylediği yalanlara inanmaya o kadar hazırdır ki, kendisinden başlar inandırmaya... Bu da öyle bir andı işte. Hatırla!



"Şimdi camı açıp avazınız çıktığı kadar bağıracak olsanız ne söylerdiniz?" diye sormuştum...
"Adınız!" demiştin tek kelimeyle...

Zamanı gelince elbette herşey inkar edilecektir. Susulacaktır, sorular karşısında boyun bükülecektir. Sorular değişmese de ses tonu yükseldikçe "Ben istedim başlattım, ben istedim bitirdim!" diye itiraflar başlayacaktır... Şüphesiz o zaman da gelecektir.

Asıl önemli olan, o geleceği bilinen zamana rağmen, "Sana aşığım, anlıyor musun? Hiçbir şey umrumda değil!" diye bağırmaktır. İçmektir ve içkiden değil ama aşktan sarhoş olmaktır onun gözlerinin içine bakarken. Elbette İstiklal'dir... Elbette artık gözler kör, diller lâldir. Önünde diz çöküp minicik ellerini tutarak "Sana aşığım!" diye bağırmaktır.

- "Kızmadın bana, değil mi?"

Kızdım! Hem de çok! Bana söylediğin "beyaz yalanlar" için değil, kasıtlı söylediğin o kara büyüden beter YALANLAR için kızdım...

Dönüp dönüp dinliyorsun şimdi o şarkıları kutsal birer ayetmiş gibi, biliyorum... Dönüp dönüp bakıyorsun şimdi resimlerim(iz)e, kocaman film kareleri gibi, biliyorum! Hiç acımadı değil mi canın? O ağır sözleri ederken, o gerçekleri ağır birer tokat gibi yüzümün orta yerine indirirken, hiç acımadı mı canın?

Şimdi sorsam, "Mecburdum, yaptım! İsteyerek konuşmadı ki dudaklarım!" diyeceksin, biliyorum! Ama sormayacağım! Hala duruyor adın aklımın gizli saklı odalarında... Kilit üstüne kilit vurdum, kimselere de söylemedim! Merak etme, unuttum sanmanı istedim, unutmadım!

Sen şimdi ne kadar kaçsan bana o kadar geleceksin... Sen şimdi kiminle öpüşsen orada, deniz kenarında bir bankta otururken dudaklarına kondurduğum ilk öpücüğü hatırlayıp kendine lanet edeceksin. Hatırla, demiştim ki, "Bu sevgi işte, şehvetle öpeceğim günler de gelecek!"

Şehveti hiç sürmedim oysa dudaklarıma seni deliler gibi öperken bile!

Şimdi yoksun, olmayacaksın da bir daha asla... Ama yine de ben şimdi hiçbir şey olmamış gibi ardına kadar açıp kalbimin tüm pencerelerini avaz avaz bağırıyorum adını!

Seninle yaşadıklarımdan öğrendiğim şeyler var : "Mayıstı, mecburdum; seni o yüzden bağışladım!"
3 Aralık 2009 Perşembe

Hayat ne garip... Vapurlar filan...

Hayatın ne kadar garip olduğunu anlatmaya çalışacak değilim... Sadece saçmalık had safhadadır hayat dediğimiz playgroundda... Bir vapura binip sevgili ile martılara simit atmak isterken, kendini bir anda sarhoş kafayla Sirkeci'den transit yola girmiş bir takside bulabilirsin. Anlatmaya çalışırsın. Elde var sıfır. Radyoda çalan şarkı: Bu kez anladım... Şaka mı lan bu?

Şaka tabi ne sanıyordun? Ama kimin şakası? Orası meçhul... Hızla akar gözünün önünden iskeleye yanaşmaya çalışan vapurlar, karşıya doğru giden vapurlar... Hayat da böyle değil midir zatne? Seni bir iskele zanneden ne kadar çürük gemi varsa sana yanaşır, ne kdar güzel gemi varsa hep karşı kıyıya gider...

"Bir sigara yakayım mı abi?" diye sorarsın şöföre, buğulanan gözlerini dikiz aynasından sana bakan şöföre göstermemeye çalışarak "Yak abi, yasak ama, o yasağı koyanın ben..." der şöför...

Yaşam akıp gitmektedir, bir elinde sigara, açılan camdan taksinin içine dolan rüzgar büyük bir hınç alır gibi savururken saçlarını, deniz sakinleşir... Artık vapurlar değil büyük yük gemileridir gözüne çarpan. Yol bitmektedir. Sigara... Bitmektedir... Son bir nefes çekip aralık olan camdan atarak izmariti, radyoda çalan şarkıya takılır kulağın. "Belki Üstümüzden bir Kuş Geçer"

"Üstümüzden geçmeyen bir tek kuş kaldı zaten!" diye mırıldanırsın... Yol... Bitmektedir... İlişki... Çoktan bitmiştir... Taksiden inerken aklındaki tek şey Sirkeci'deki vapurlardır. Belki de Eminönü... Kim bilir? Gün gelir öğrenirsin bu şehirdeki herşeyin ismini...

İlişki... Bitmiştir... Telefon... Sen ne kadar bakarsan bak artık çalmayacaktır...

Vapurlar... Artık karşı kıyıdadır... Gece olur... Rakı... İçilmeyi hak etmiştir...

Şerefe!